Site İçi Arama


Keyfi Mola

Gün arası eğlence!

January, 2010 tarihine ait yazılar

dogru_nefes_almak

Doğru Nefes Almanın Önemi

Nefes almak doğal ve otomatik bir dürtüdür. Farkında olmasak da nefes alırız. O halde nasıl nefes alınması gerektiğini öğrenmek saçma gelebilir. Ancak, alışkanlıklar zaman içinde ve farkında olmadan doğru nefes almayı kişiye unutturabilir! Örneğin doğru nefes almayı önleyen duruşları alışkanlık haline getirdiğimizde kısa nefesler akciğerin maksimum kapasiteyle çalışmasını önleyebilir. Ayrıca yaşadığımız sosyal şartlar sağlığımız ve solunum sistemimiz için tam olarak uygun olmayabilir.

Nefes almak iki nedenle çok önemlidir:
– vücudumuza ve organlarımıza yaşamlarını sürdürebilmeleri için ihtiyaç duydukları oksijeni sağlar
– vücuttan atılması gereken atık ve toksinlerden kurtulma yoludur.

Oksijen vücudun ana ihtiyacıdır: İç organların, bezlerin, sinir sistemi ve beynin çalışması için elzemdir. Besin olmadan birkaç hafta, su olmadan birkaç gün yaşanabilir ama oksijen olmadan birkaç dakikadan fazla yaşanamaz.

Beynin diğer organlara oranla daha fazla oksijene ihtiyacı vardır. Yeterli oksijen almazsa zihinsel bulanıklık, negatif düşünce, depresyon ve ardından işitme ve görme bozuklukları başlar. Yaşlılar ve damar tıkanıklığı olanlar beyinlerine yeterli oksijen gitmediğinden genellikle negatif ve depresif olur. Akut bir dolaşım bozukluğunun kalbe giden oksijeni durdurması kalp krizi, beyne giden oksijeni durdurması da beyin kanamasına yol açar. Yetersiz oksijen almanın yaratabileceği rahatsızlık ve hastalıkların listesi uzun: netice olarak oksijen “kaliteli ve sağlıklı” bir yaşam için çok önemli ve gerekli!

Özellikle oturarak çalışan insanların sürekli yorgun hissetmeleri, sinirli ve verimsiz olmalarının ana sebeplerinden biri yetersiz oksijendir. Uyku düzenlerinde de sorun yaşarlar ve bu nedenle güne kötü başlarlar. Fasit döngüde bağışıklık sistemleri de zayıflar ve sorunlar artarak devam eder. Doğru nefes almak tüm bu sorunları ortadan kaldırabileceği ve dolayısıyla hayat kalitesiyle paralel olarak başarıyı da artıracağı için önemlidir.

Canlılık ve gençliliğin ana sırlarından biri temiz kan dolaşımıdır. Bunu elde etmenin en kolay yolu da soluduğumuz havada saklıdır. Doğru nefes alarak vücudun tüm organlarının doğru beslenmesini sağlayacak ve verimlilik sürelerini artıracak; bu arada daha sağlıklı bir cilde de kavuşacaksınız. Kısaca doğru nefes almak gençleşme sürecinizi başlatacaktır.


Devamını okumak için tıklayınız

Jan

16

otizm

OTİZM

Otizm kelime olarak yunanca ‘Autos’ kendi veya kendine dönük anlamına gelmektedir.
İletişim ve sosyal beceriler alanlarında yetersizlik olarak, sözel, sözel olmayan iletişim ve dil gelişimini içeren yaygın gelişimsel bozukluk olarak kabul edilmektedir. Dünyada ilk olarak 1943 yılında Amerikalı çocuk psikiyatrisi Leo Kanner tarafından ‘erken çocukluk otizmi’ olarak adlandırmıştır.
Otizm;
– Erken dönemde başlıyor ( üç yaş öncesi) ve yaşam boyu devam eden bir özürlülük,
– Sosyal beceriler ( güçlük), dil gelişimi ( iletişimde güçlük) ve davranış alanında ( sinirli ilgi, yineleyici ve rutin davranışlar) uygun gelişmeme ve kayıp.
Otizm birçok alanı etkiler ve süreğen işlevsel bozukluktur.
Otizm bir hastalık değil, bir gelişimsel bozukluktur.
Görülme olasılığı 1000 çocukta 1 kadardır.
Erkek çocuklarda kız çocuklara oranla 4 kat daha fazla görülmektedir.
Otizmin kaynağı psikolojik değil nörolojiktir.
Aile geliri, yaşam tarzı ve eğitim seviyesi otizme yakalanma şansını etkilemez.
Hiçbir etnik grup ve sosyal sınıf gözetmez.

Otizmin Nedenleri

Yaygın gelişim bozukluğu olan bu sürecin nedenleri konusunda birçok varsayım öne sürülmektedir. Neden üzerine araştırmalar devam etmektedir.
Ailesel Faktörler: Ailelerle yapılan araştıralar sonucunda; normal çocuğu olan ailelerle, otistik çocuğa sahip aileler karşılaştırılmış, ancak çocuk yetiştirme becerisi konusunda anlamlı bir fark bulunamamıştır.
Organik- Nöro biyolojik- Biyolojik Anormallikler: %25’ inde frajil ( Kırılgan x) sendromu adıyla bir hastalığın, %1- %3’ünde tüberoz skleroz ( iyi huylu urlar, nöbetler, görme kusurları ve zekâ geriliği ile tanımlanan otozomal baskın kalıtsal bir hastalık) adıyla tanımlanan genetik hastalıkların yol açtığı düşünülmektedir.
Araştırmalar otistiklerin beyin hücrelerinin tuhaf bir şekilde çalıştığını göstermektedir. Beyin hücreleri arasında mesajları taşıyan kimyasal ileticilerin aşırı veya eksik olduğu düşünülmektedir.
Bazı ipuçları genetik nedenlere bağlı olduğunu ve bu nedenler doğrultusunda beyindeki bazı kimyasal yapılardaki dengenin bozulduğunu varsaymakta ve bu varsayım üzerinde çalışmaktadırlar.
Başka bir teoride ise anne rahminde çocuğun beyninin oluşma safhasında yani 3. ve 6. aylar arasında bir farklı gelişim ortaya çıktığın tahmin edilmektedir.
Normal çocuklarla yapılan karşılaştırma çalışmalarında otistiklerin daha fazla doğumdan hemen önce ve doğumdan sonra komplikasyalar yaşadığı saptamıştır.

Otistik çocuklar ip atlama, dans, yüzme, merdiven çıkma gibi büyük kas becerilerin kullanılmasını gerektiren bazı hareketleri taklit etme yetilerinin çok az ya da hiç olmamasına bağlı olarak daha geç öğrendikleri gözlenmektedir. Kâğıt kesme, kutu içine küp atma ve ipe boncuk dizme gibi küçük kas becerileri de oldukça zayıftır.
Otistik çocukların hayal güçleri yoktur.
Otistik çocuklarda ekoli görülebilmektedir.( duyduğu sözcükleri tekrar etme)
Evet- hayır kelimelerin kullanımında güçlük çekerler. Önce hayır kelimesini daha sonra evet kelimesini öğrenirler. Hayır, kelimesini öğrenmeleri bazen 8- 9 bazen ileri yaşlarda görülebilir.
Otistik çocuklarda kendine zarar veren davranışlar görülebilir. ( Saçını çekme, ısırma, yüzünü tırmalama)
Tek tip vücut hareketleri görülebilir.( Kendi etrafında dönme, öne arkaya sallanma, parmaklarıyla havada şekil çizme)
Duruma uygun olamayan tepkiler verirler.( Nedensiz ağlama ve gülmeler, çocuğu anne baba cezalandırdığı zaman gülme tepkisi vermesi gibi)

Otizm tanısı almış çocukların %70’ inde zekâ problemi bulunmaktadır. Otistik çocukların %10-15’inde normal ve normalüstü zekâya %25–35 sınır veya hafifi zihinsel engele ortalama %50’ si ağır zihinsel engele sahiptir.
Otistik tanısı olan bireylerin 2/3’ünde hayat boyu bir diğerinin bakımına ve desteğine ihtiyaç duyar. 1/3’ü kendine yetebilen ihtiyaçlarını karşılayan erişkinler olduğu görülür.
Erken müdahale edilen vakaların %4’ü normalden ayırt edilemeyecek kadar iyileşebilir. %11’i bazı davranış sorunları olsa da iyi gelişimler görülmüştür.
Erken tanı 2,5- 3 yaşlarında konulabilmektedir.
Göz kontağı kuramazlar. Gözlerinize baksalar bile kısa sürelidir veya sizden uzaklara bakıyorlarmış gibidirler.
Bazıları sıcak, soğuk veya herhangi bir acıya karşı oldukça duyarsızdır.
Otistik çocukların çoğu suyla oynamayı ve otomobille gezmeyi severler.

Otistik Çocukların Genel Özellikleri

– Otistik çocukların çoğu tehlikenin farkında değildir.
– Sözcüklerin mecaz anlamlarını anlamada yetersizdirler ve atasözlerini anlamada güçlük çekerler.
– Zıt anlamlı kelimeleri farklı telaffuz ederler ( sıcak- sıcaksız, soğuk- soğuksuz)
– Bazı seslere karşı aşırı duyarlılık gösterirler. ( sevme- korkma)
– Geçmişi ve şimdiyi karıştırma buna bağlı olarak anlamsız gülme ve ağlamalar ( zaman üzüntü ve sevincini köreltmez, geçmiş olayı şimdi oluyormuş gibi hatırlar)
– Zamirleri karıştırırlar.( kendisinden ‘o’ diye söz etmesi gibi)
– Otistik çocuklar hiç beklenmedik zihinsel güçleri bazen gösterebilmekte nasıl işlediğini anlayamadığımız mekanizma ile çok karmaşık bir sözcüğü telaffuz edebilmekte, hiç konuşmayanlar bile bir veya birkaç kez çok anlamlı kendiliğinden bir cümle söyleyebilir.
– Her otistik çocuk farklıdır ve bireysel tedavi programları geliştirilmelidir.
– Kendi başlarına bir şeyler yapmayı tercih ederler.
– Aynı şeyleri yapmayı tercih ederler.
– Araba plakaları veya benzer nitelikte bilgiler fark ederler.
– Sayılar, tarihler, telefon numaraları, günleri akıllarında kolay tutarlar.
– Toplumsallık gerektiren ortamlarda zorluk çekerler.
– Başkalarının fark etmediği ayrıntıları fark ederler.
– İnsanlardan çok nesnelere eğilim gösterirler.
– Sohbetten hoşlanmazlar.
– Yeni arkadaşlıklar edinmekte zorlanırlar.
– Günlük yaşam düzeni bozulursa hayal kırıklığına uğrarlar.
– Taklit gerektiren oyunları oynamada zorlu çekerler.
– İnsan yüzüne ve çevrelerindeki birçok nesneye bakmamalarına karşın hareket eden, dönen ya da parlak olan bazı nesnelere çok uzun bakabildikleri, bazılarının zaman zaman ışıktan rahatsız oldukları hatta karanlık bir odada daha rahat ettikleri görülebilmektedir.
– Kucağa alınma ve biri tarafından dokunulmaya aşırı tepki verebilirler.
– Ellerine yeni bir nesne verildiğinde koklayarak, yalayarak ve parmaklarının üzerinde gezdirerek tanımaya ve keşfetmeye çalıştıkları gözlenebilir.
– Masallara hayali kahramanlara ilgisizdirler. İlgi alanları sığdır. Örneğin televizyonda sadece reklâmları ve müzik kliplerini izlerler ya da aynı şarkıyı bıkmaksızın uzun süre dinleyebilirler.
– Kıyafetlerini uygun sırayla giymeyebilirler. Örneğin kazağın üstüne gömleğini giymeye çalışabilirler.
– Nesnelere bağlanabilirler. Gazoz kapağı, lastik, şişeler, deterjan kutuları, tokalar vb.


Devamını okumak için tıklayınız

topuk_kani

Fenilketonüri (PKU) nedir?

Fenilketonüri kalıtsal metabolik bir hastalıktır. Bu hastalıkla doğan çocuklar, fenilalanin amino asidini başka bir amino asit olan tirozine dönüştüremezler. Bu dönüşümü sağlayacak olan fenilalanin hidroksilaz enzimi bu hastalarda eksiktir. Fenilalanin diğer amino asitler gibi proteinin yapıtaşlarından biridir. Fenilketonürili hastalarda besinlerle alınan ve tirozine dönüştürülemeyen fenilalanin, kanda ve diğer dokularda birikir. Biriken fenilalanin geri dönüşümsüz ve ilerleyici beyin hasarına neden olur. Bu hastalığın yenidoğan tarama testi ile erken tanı ve tedavisi mümkündür.
PKU kalıtsal bir hastalıktır. Hastalığın bilgisi anne ve babadan genler aracılığı ile bebeğe aktarılır. Çocuğun hasta olması için hem anne hem de babanın hastalık bilgisi için taşıyıcı olması gerekir. Taşıyıcı anne ve babadan hasta çocuk olma riski %25’tir.
Türkiye fenilketonüri hastalığının en sık görüldüğü ülkeler arasındadır. Doğan her 4.500 çocuktan biri fenilketonürilidir. Bu oranın yüksek olması akraba evliliklerinin sık olması (5 evlilikten biri, bazı bölgelerde 3 evlilikten biri) ile ilgilidir.

Yenidoğan tarama testi nedir?

T.C Sağlık Bakanlığı 1993’den bu yana tüm Türkiye kapsamında fenilketonüri tarama programını başlatmıştır. Doğum yapılan tüm kuruluşlar, bebek hastaneden taburcu edilirken (yaşamın ilk haftası içinde) topuğundan özel bir filtre kağıdına birkaç damla kan örneği almakla görevlendirilmiştir. Ayrıca yenidoğan ve süt çocuğu izlemlerinin ve aşılarının yapıldığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezleri, Sağlık Ocakları ve özel hekim muayenehanelerine de tarama için kullanılan özel filtre kağıtları dağıtılmakta, örnekler alınmaktadır. Toplanan örnekler T.C Sağlık Bakanlığına bağlı Yenidoğan Tarama Merkezlerine gönderilir. Ülkemizde dört Yenidoğan Tarama Merkezi mevcuttur. (Hacattepe Tıp Fakültesi-Ankara; İstanbul Tıp Fakültesi-İstanbul; Dokuz Eylül Tıp Fakültesi-İzmir; Cumhuriyet Tıp Fakültesi-Sivas). Tarama testi şüpheli bulunan bebekler merkeze davet edilir. Kontrol testlerle hastalığı kesinleşen bebekte hemen tedaviye başlamak gerekir. Tarama testi için kan örneği doğumdan sonraki ilk 24 saat içinde alınmışsa, yalancı negatiflik riski nedeniyle test tekrar edilmelidir.

İTF Fenilketonüri Tanı ve Tedavi Merkezi’ne nasıl ulaşılır?

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı kapsamında görev yapan bu merkezin telefonları:

TEL: 0.212.635 07 56 – 635 09 98 FAX: 0.212.631 18 61

Tedavi edilmeyen hastada ne gibi belirtiler olur?

İlk aylarda ailenin ya da hekimin fark edebileceği herhangi bir belirti gözlenmez. Aylar ilerledikçe bebeğin çevreye karşı ilgisinin az olduğu, normal gelişim basamaklarını izlemediği görülür. Bebek başını tutma, oturma, yürüme gibi becerilerde yaşıtlarından geri kalır. Zamanla havaleler tabloya eklenebilir. Tedavi edilmeyen fenilketonüri kalıcı zihinsel engelliliğe neden olur.

İlk bir ay içinde tedavisi başlanmış ve düzenli olarak sürdürülmüş fenilketonürüli çocuklar tamamen sağlıklı olarak büyürler.

Maternal PKU nedir?

Çocukluk ve ergenlik döneminde düzenli tedavi görmüş bir fenilketonürili kadın normal yaşamını sürdürür ve çocuk sahibi olabilir. Anne kan fenilalanin düzeyi yüksekliği, anne karnındaki bebekte gelişimsel bozukluklara (gebeliğin düşükle sonlanması, küçük baş çevresi, büyüme geriliği, kalp hastalığı, zihinsel engellilik gibi) neden olur. Fenilalanin düzeyi yüksek anne adayı, gebelik öncesi dönem ve gebelik sırasında, diyetle kan fenilalanin düzeyi düşürülerek sağlıklı bebek sahibi olabilir. Bu nedenle gebelik öncesinde fenilketonüri hastalığını izleyen hekim ve diyetisyen ile görüşüp sıkı diyet tedavisine başlamalıdır.
Fenilketonürili anne adayı gebelik öncesinde başlanan tedaviyi gebelik boyunca sürdürerek sağlıklı bir bebek sahibi olabilir.
Fenilketonürili annenin çocukları, eğer hasta taşayıcı değilse fenilketonürili olmayacaktır. Eğer baba da taşıyıcı ise %50 olasılıkla fenilketonürili olurlar.

Fenilketonürili hasta nasıl izlenmelidir?

Bir besin grubunu kısıtlı olarak özel diyet yapan fenilketonürili hasta büyüme ve gelişme ve nörolojik gelişim açısından özellikle bu konularda uzmanlaşmış bir ekip tarafından izlenmelidir. Hastanın belli aralarla beslenme durumu değerlendirilmeli, kan fenilalanin ve tirozin düzeyi ölçülmeli ve ölçüm düzeylerine göre diyeti ayarlanmalı, zihinsel gelişimi izlenmelidir.
İlk 2 yaşta haftada iki kez, 2-4 yaş arasında haftada bir, 4-10 yaşlarda 15 günde bir, daha sonra ise ayda bir kez kan fenilalanin düzeyi ölçülmelidir.
Kan fenilalanin düzeylerinin 0-12 yaş arası 2-6 mg/dl,12 yaşından sonra 2-11 mg/dl, fenilketonürili hastanın gebeliği süresince ise 2-4 mg/dl değerleri arasında tutulması gerekir.

Fenilketonüri tedavisi

Fenilketonüri, fenilalaninden kısıtlı özel diyet ile tedavi edilebilen bir hastalıktır. Tedaviye uymayan hastalarda zihinsel ve gelişimsel bozukluklar olabileceği için hasta sahibi olan ailelerin diyeti çok iyi öğrenmesi gerekmektedir. Fenilketonüri tedavisi bu konu ile ilgili merkezlerde sürdürülmelidir.

Diyet tedavisi ne kadar sürdürülmelidir?

Bugünkü bilgilerimize göre diyet tedavisi yaşam boyu olmalıdır. Yenidoğan döneminde diyet tedavisi başlanmış fenilketonürili hastalar, yetişkin olduklarında diyeti bırakırlarsa algılamada güçlük, dikkat azalması gelişmektedir.

Diyet tedavisinin amacı nedir?

Besinlerde doğal halde bulunan proteinin sindirilmesi ile açığa çıkan fenilalanin kanda birikerek beyinde hasar yaratır. Bu yüzden fenilalanin hastaya kısıtlı olarak verilmelidir. Fenilalanin büyüme ve gelişme için gerekli olan vazgeçilmez bir protein yapıtaşıdır.

Fenilketonürili bebekler anne sütü alabilir mi?

Anne sütü bebeklerin büyüme ve gelişmesi için gerekli olan bir besindir. Fenilketonürili bebekler de anne sütü ile birlikte fenilalaninsiz karışımlar (tıbbi mama) kullanılarak ve kan fenilalanin değerleri yakından izlenerek beslenebilirler. Yapılan çalışmalar yaşamın ilk yıllarında anne sütü alan fenilketonürili bebeklerde büyüme ve zihinsel gelişimin daha iyi olduğunu göstermektedir.


Devamını okumak için tıklayınız